Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Annesi Katolik, babası Protestan’dı

Bugün size...

Delikanlılık yıllarımdan beri çok etkisinde kaldığım...

Ünlü İngiliz düşünür Edmund Burke’den:

Söz edeceğim...



1729’da İrlanda’nın Dublin şehrinde...

Katolik bir anne ile Protestan bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen:

Edmund Burke’ü...

Pek çoğunuzun da en azından...

Lise yıllarınızdan:

Tanıdığınızı sanıyorum...





Çocukluğundan ve eğitim, öğrenim hayatından söz etmeyeceğim...

Doğrudan, çalışma hayatından bir örnek vereyim...



Devlet’te ilk görevi:

Liberal Başbakan ve aynı zamanda Rockingham Markizi Charles Watson-Wentworth’ın özel sekreterliğiydi...



Yani...

Hem aristokrasiye yakındı Burke...

Ama hem de her bireyin:

Her türlü düşüncesinde ve inancında özgür olmasını talep ediyordu...



Başbakan’ın özel sekreteri olduğu yıl (1765) Avam Kamarası’na seçildi...

Ve...

Yeni Çağ’ı Yakın Çağ’a bağlayan (veya ondan ayıran) tarihsel sürece...

(Tabiri caizse) “En ideal locadan” tanıklık etti...



Ve canlarım...

Muhafazakâr demokrasinin en sıkı temsilcilerinden biri olan Burke’ün...

Milletvekili olarak en çok çalışma yaptığı alan:

Kraliyet ailesinin sınırsız yetkiyle donatılmasını şiddetle eleştirmek oldu...



Parlamentoya rağmen...

Akıl almaz...

Ve...

Kabul edilemez yetkilere sahip olan Kral’ın:

Hükümetteki güçlü yandaşlarından kaynaklanabilecek istismarlara karşı...

Siyasi partilerin etkin bir muhalefet hakkıyla donatılmasını savundu...



Orada da durmadı Burke...

Kral 3’üncü George’un:

Amerika’daki İngiliz kolonilerine uyguladığı baskılara isyan etti...

İrlanda’da Katolikler’e uygulanan zulme...

Doğu Hindistan Şirketi’ndeki yolsuzluklara karşı da:

Kampanya başlattı...



Yani canlarım...

Bir yandan devrin İngiliz “derin devleti” ile çatışırken...

Diğer yandan ise...

En az eşitsizliği savunan Burke...

Bu hassasiyetiyle (Belki de hem liberal hem sosyalist olmamda ve modern muhafazakârlara saygı duymamda bu açıdan da etkisi vardır...).

Sosyalist eğilimli yeni entelektüellerin de takdirini topladı...



Gelişmiş dünya ülkelerinin:

Hem muhafazakâr...

Ama hem de...

Demokrat olmalarında:

Katolik bir anne ile...

Protestan bir babanın oğlu olmasının:

Hiç mi rolü yok yani?..

Kırgın değil kızgınım


Siyasete Edmund Burke gibi başlayan Erdoğan’ı...

Başbakanlığının ilk yılında:

Destekledim...

Çünkü...

Erdoğan benim için “Türkiye’nin Edmund Burke’ü” olabilirdi...

Devletimizi:

İhtiyacı olan değişim araçlarına kavuşturabilirdi...



Ne var ki:

Başbakanlığının ikinci yılında (2004 eylül-ekim aylarından itibaren...) yanıldığımı anladım...

Ve...

O günlerde köşe sahibi olduğum Tercüman’da:

“Erdoğan, değişimi seçim kazanmak için kullanan oportünist ve ak faşist bir siyasetçiden başka bir şey değil” demeye başladım...



Tabii ki:

Erdoğan’ın emriyle...

Gazeteden kovuldum...



Erdoğan’a kırgın değilim...

Ama...

Kızgınım...

Çünkü...





Erdoğan:

Müslümanların da...

Hem muhafazakâr...

Ama...

Hem de demokrat olabileceklerini tüm dünyaya anlatabilecekken...

Bakın...

Hem ülkeyi...

Hem de İslâmiyet’i ne hale düşürdü...



Oysa ondan beklediğimiz:

Devleti de...

Toplumu da:

İleriye doğru değiştirebilecek:

Araçları yaratmasıydı...

Ama O:

Devleti değiştirmeyi değil...

Ele geçirmeyi tercih etti...

Muhafazakâr değilim


Burke, Avam Kamarası milletvekili iken şöyle dedi:

“Değişim araçlarından yoksun bir devlet, kendini muhafaza etme araçlarından da yoksundur...”.



Bu büyük düşünürün...

Beni cezbeden felsefesi:

Bu sözünde yatıyordu...

Çünkü...

Bu sözü söyleyen Burke:

Muhafazakâr demokrattı...



Kimileriniz:

“İyi ama hani sen muhafazakâr değildin?..” diye soracaksınız...



Haklısınız...

Ben muhafazakâr değilim...

Olamam da...

Ama...



Modern muhafazakârlar olmazsa...

Ne hukuk devleti olabiliriz?...

Ne de:

Demokrat olabiliriz...

Modernlik ve muhafazakârlık...


Son 30 yıldır:

Yazılarımı okuyanlar...

Youtube kanalımı (Son dört yıldır) izleyenler...

Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlıklar seviyesini yakalayabilmek için:

Modern ve yenilikçi olmak gerektiğine inandığımı...

Ve bu yönde çalışmalar yaptığımı bilirler...

Ancak...



İflah olmaz bir liberal olduğum da ayrı bir gerçektir...

Yani: Her türlü:

Düşüncenin...

İnancın...

Ve...

Teşebbüsün özgür olmasından yanayım...

Olmazsa olmaz...


Atatürk hayranıyım...

Onun:

“Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük lideri ve devlet insanı” olduğuna inanırım...

Ama...





“Ben de Atatürkçüyüm...”.

Ya da:

“Yaşasın Kemalizm!..” çığlığı atmasa da...



Atatürk ilke ve inkılâplarıyla kavgası olmayan...

Demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine bağlı...

Modernliği “gâvurluk” olarak tanımlamayan...

Tüm muhafazakâr demokratların...

Ülkemizin “olmazsa olmazları” olduğuna:

İnanıyorum...

Rejim...


Canlarım...

Demokrasi olduğu iddia olunan bir ülkede...

Tek imzayla her şeyi yapmaya muktedir bir tek kişi...

Her şeyi biliyor...

Ama...



Halk...

O bir kişi hakkında:

Hiçbir şey bilmiyor...

Öğrenmek için kılını kıpırdatmıyor...

Ve...



Bilgi vermeyenleri sorgulamıyorsa...

O rejim artık demokrasi olmaktan çıkmış:

“Din” halini almıştır...