Korkusuz
Can Ataklı

Anayasaya aykırı kararname, anayasaya aykırı bir başka kararnameye dayandırılıyor

SORDUM ÖĞRENDİM

Anayasaya aykırı kararname, anayasaya aykırı bir başka kararnameye dayandırılıyor


Hukuk çevreleri tartışıyor.

Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’ni tek başına iptal yetkisi var mı?

Ağırlıklı olarak söylenen şu;

“Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uluslararası anlaşmaların ancak Meclis kararıyla onaylanacağını, bu nedenle iptal kararının da yine Meclis kararı ile olabileceğini hükme bağlıyor.”

Baktım, 90’ıncı maddede şöyle diyor;

“Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak

andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.”

Maddenin devamında ilginç cümleler var ve bunların hepsi AKP iktidarı döneminde bizzat Erdoğan tarafından anayasaya kondu.

Anayasa madde 90, uluslararası anlaşmalarla ilgili diyor ki;

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Yani bu maddeye göre, uluslararası anlaşmalar anayasanın da üzerindedir.

Zamanında bu konuyu defalarca dile getirdik “Bu durumda Türkiye’nin egemenlik hakları yok ediliyor” diye anlatmaya çalıştık, nafile dinlemediler ve “Bütün Avrupa bu kurallara uyuyor yapacak bir şey yok” karşılığını verdiler.

Burada açıkça görülüyor ki, Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’ni kendi başına tek imza ile ortadan kaldırması anayasaya aykırı bir durum.

Peki Erdoğan bu açık anayasa hükmüne rağmen nasıl oluyor da bir imza ile İstanbul Sözleşmesi’ni iptal edebiliyor.

Onun sırrı da fesih kararının açıklandığı 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde gizli.

Buna göre İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3’üncü maddesi gereği yapılmış.

Bu sefer de açıp 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne baktım.

9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin ana başlığı şu; MİLLETLERARASI ANDLAŞMALARIN ONAYLANMASINA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ

Yayın tarihi 15 Temmuz 2018.

Söz konusu kararnamenin atıfta bulunulan 3’üncü maddesi şöyle;

“Milletlerarası andlaşmaların onaylanması, bunların feshini ihbar etmemek suretiyle yürürlük süresini uzatma, Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin yürürlüğe konulması için gerekli bildirileri yapma, milletlerarası andlaşmaların uygulama alanının değiştiğini tespit etme, bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, cumhurbaşkanı kararı ile olur.”

Yani Erdoğan, 24 Haziran 2018’de cumhurbaşkanı seçildikten sadece bir ay sonra bu kararnameyi çıkarmış.

Bu kararname ile anayasaya aykırı olarak kendisine uluslararası anlaşmaları feshetme yetkisi vermiş.

 İşte Erdoğan, şimdi anayasaya karşı çıkardığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi sayesinde İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etti.

Yani diyor ki, “Ben anayasanın da yasaların da parlamentonun da üstünde biriyim. Kendi çıkardığım kararnamelere uyarım. Nokta.”

O halde geçmiş olsun Türkiye.

NOT: Bu kararnamenin anayasaya aykırı olduğunu fark eden CHP, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Ancak Anayasa Mahkemesi hâlâ bir karar veremedi. Tabii kararname, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olunca aksine bir karar vermek de zor oluyor haliyle.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Tarikatçı, gerici takımı işte bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ni istemiyor


İstanbul Sözleşmesi’ni gerici çevrelerin kendi eşleri de özgürleştiği için istemediklerini dün bu köşede dile getirmiştim.

Bugün sizlere bir kadın avukatın gönderdiği mesajı paylaşmak istiyorum.

Kadını kendi malları gibi görenler elbette kendilerine engel olunmasını hazmedemiyor.

Onlar ne düşünürlerse düşünsünler, İstanbul Sözleşmesi ile sonuçta kadınlar kurtuluyordu.

İşte bir örnek;

Yıllar önce 21 yaşında çarşaflı bir kadına barodan avukat olarak görevlendirilmiştim.

Buradaki çarşaf vurgusu tamamen bağlı bulunduğu tarikatla ilgilidir ve kesinlikle ayrımcılık içermemektedir. Yanlış anlaşılmak istemem.

Kadın 8.5 aylık hamileydi. Kadının eşi bir camide imamdı ve hamile olduğu halde kadını tekmeleyerek dövmüştü.

20 aylık büyük kızını da annesinden koparmış ve kadını sokağa atmıştı.

Kadın ağzı yüzü dağılmış vaziyette ve iki gözü iki çeşme ofise geldi. Hemen 6284 sayılı kanun (Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) gereği tedbir talep ettim ve İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yaparak 20 aylık bebeğin annesine teslim edilmesini sağladım.

Sonra da müftülüğe başvurarak imam hakkında soruşturma açılmasını sağladım. Hatta konuyu basına açacağımı söyleyerek müftülüğü harekete geçmeye zorladım.

8.5 aylık hamile kadının bebekleriyle birlikte kurtulmasını İstanbul Sözleşmesi sağladı.

Genç kadının annesi arada bir beni arar ve kendi bildiği dille teşekkür eder. “Kızım da torunlarım da senin emeğin ve çabanla kurtuldu” der.

Ben işimi yaptım elbette. Ama elimde başvuracağım bir uluslararası sözleşme vardı ve yargıcı ikna ederek 2 gün içinde gerekli tüm tedbirleri almasını ve işlemleri yapmasını kolaylaştıran, İstanbul Sözleşmesi olmuştu.

Görüldüğü gibi kadını koruyan kanunlar elbette var, ancak hızlı önlem alınmasını sağlayan faktör İstanbul Sözleşmesi.

Eğer sadece 6284 sayılı kanunla yola devam edilecek olsa, o anneyi bebekleriyle birleştirme ve dayakçı kocayı uzak tutma hızla sağlanamayacaktı.

ÖNERİ

Sağlık çalışanlarına bedava tatil yaptırın


Lafa gelince “Fedakar sağlık çalışanları, canlarını ortaya atarak bizim için gece gündüz demeden çalışıyor” diyoruz.

Ama iş bu çalışanların hakkına gelince......

İşte orada duruveriyor iktidarımız.

Bir okurumun önerisini dile getirmek istiyorum bugün.

Diyor ki;  “Salgın, sağlık çalışanlarını çok kötü etkiledi... İnanılmaz yoruldular ama aynı tempoda çalışmaya devam ediyorlar.  İnanılmaz bir fedakârlık gösteriyorlar. Üstelik hiçbirinden şikâyet duymadık.”

Okurum, “Tek istedikleri salgının meslek hastalığı kabul edilmesi, onu dahi veremedik kendilerine” dedikten sonra korona nedeniyle turizm sektörünün yine kötü bir yıl geçirmeye aday olduğunu belirterek şu öneriyi sunuyor;

“Sağlık Bakanı’nın açıklamasına göre, ülkemizde kamuda çalışan 1 milyon 61 bin 35 sağlık çalışanı var. Devlet, bu yıl sağlık çalışanlarını, ödül ve dinlenme hakkı olarak ücretsiz tatil bölgelerimize gönderebilir. Oteller çok düşük kapasite ile çalışıyor. Bu sayede tesis sahipleri ile buralarda çalışan binlerce kişi de biraz olsun nefes alır, ama en önemlisi aileleriyle birlikte bir hafta bile olsa bedava tatil yapacak olan sağlıkçılarımız büyük moral kazanır.”

Ne dersiniz?

Niye olmasın?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

İstanbul Sözleşmesi varmış da cinayetler durmuş muymuş?


İstanbul Sözleşmesi’nin tek imza ile kaldırılması dinci-gerici çevrelerde sevinçle karşılandı biliyorsunuz.

Hemen tüm tarikatlar, cemaatler Erdoğan’ı tebrik kuyruğuna girdiler.

Medyadaki şakşakçılar da bir anda İstanbul Sözleşmesi düşmanı kesildiler ve akıllara ziyan laflar ediyorlar.

Örneğin “İstanbul Sözleşmesi varken de kadınlara şiddet varmış, cinayetler de sürmüş.”

Bu kadar mantıksız söze cevap vermek ne kadar zor biliyor musunuz? Çünkü böyle bir polemiği yapanlara bir şey anlatmak olanaksız.

Ama bunlara şunu söylemeliyim; İstanbul Sözleşmesi veya kadına yönelik şiddete karşı yasalar, dayakları da cinayetleri de tek başına önlemez. Ama mağdurların haklarını aramalarını ve sonuca ulaşmalarını kolaylaştırılır. Bu bile ne kadar büyük bir kazançtır. Ancak kadınlar üzerindeki egemenliklerinin azaldığını gören bu tür erkekler, saçma sapan polemikler yaratarak gürültü çıkarırlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

HDP milletvekilini “adalet nöbetine” kim teşvik etti?


Öncelikle dünkü yazımda her nasılsa ve nedendir bilemiyorum, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun adını Haluk Gergerlioğlu diye yazmışım, çok özür dilerim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu, milletvekilliğinin düşürülmesi kararının hukuka uygun olmadığını, en azından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan hak ihlali başvurusu sonuçlanıncaya kadar beklenmesi gerektiğini belirterek Meclis’ten çıkmama boykotu başlatmıştı.

Bu nedenle de HDP’nin Mecliste’ki odasında kalmaya başlamıştı.

Polis, Meclis’e girip milletvekillerine müdahalede bulunamaz.

Ama bu maddenin Gergerlioğlu için geçersiz olduğunu anlatmıştım ekranda ve “Polis girer kimse de bir şey yapamaz” demiştim.

Bu hep böyle oluyor.

Hâlâ saf muhalifler, “Ama hukuk, ama demokrasi, ama insan hakları, ama yapamazlar, ama edemezler” havasındalar.

Oysa Erdoğan iktidarında bunların hiçbiri geçerli değil.

O ne istiyorsa öyle oluyor.

Kanunsuz emirmiş, hukuka uymazmış hiçbiri geçerli değil bunların.

Muhalefet hala bunu anlayamadı ve ısrarla sanki Türkiye normal bir ülkeymiş gibi davranmayı sürdürüyor.

Sonuç işte ortada...

Polis 100 kişilik ekiple adeta Meclis’i basıyor ve gözaltı uygulaması yapıyor.

Şimdi sormak istiyorum: Gergerlioğlu’nu böyle bir eyleme kim sürükledi, madem böyle bir eylem başladı diğer milletvekilleri niye katılmadı, muhalefetten başka kimseler niçin Meclis’te değildi ve polisin bu kadar fütursuzca davranabilmesine “tweet atmaktan öte” bir tepki neden verilemedi?