Korkusuz
Ümit Zileli

Abbas yolcu fareler hazırlık yapıyor!..

Son günlerin en revaçta olan sorusu şu:

-Fareler gemiyi ne zaman terkeder?

Özellikle siyasi kulislerde sıkça dillendirilen, kulaktan kulağa fısıldanan bu sorunun yanıtı ise çok basit:

-Gemi su almaya başladığı zaman!

Diğer bir anlatımla batmaya başladığı zaman! Böylesi terk edişleri meslek yaşamında çok görmüş, izlemiş, yazmış bir gazeteci olarak, bu sorunun giderek artan sıklıkta sorulması hiç de garip gelmedi bana...

Aksine, İktidarın hemen her konuda bocalamaya başladığı, panik duygusunun en alttan en üste hükümet ve parti çevrelerini sarmalına aldığı, suçlamaların, itirafların ert arda ortalığa döküldüğü bir ortamda “farelerin gemiyi terketmesi” son derece doğal bir eylemdir!

İktidarın gidici olduğunu önce bürokrasi kesimi anlar; bakanlıkların kadrolarının koku alma duyuları, deneyimden kaynaklanan müthiş bir keskinliğe sahiptir! “Cicim” zamanlarında her emre “evet efendim, sepet efendim” diyerek büyük uyum sağlayan yandaş bürokratlar dahi usul usul yan çizmenin yollarını aramaya başlar... Verilen talimatlar savsaklanmaya, geciktirilmeye ya da itirazlara yol açmaya başlar!

Ardından parti içi tartışmalar, karşılıklı suçlamalar, klikleşmeler başlar... En umulmadık kişilerden, en umulmadık yer ve zamanda sert çıkışlar görülmeye başlanır. Siz bunu “itiraf”, “kendini aklama”, “kendini güvenceye alma” olarak da okuyabilirsiniz...

Bir sonraki kesim yanaşma medyadır... Saadet devrinde “tetikçi” madalyasını gurur nişanesi olarak taşıyan, iktidarı rahatsız eden gazetecilerin, aydınların, akademisyenlerin “içeriye alınması gerektiğini” bile yazma cüreti gösteren, bol sıfırlı maaşları siftinen rüzgar gülleri “dönüş sinyalleri” vermeye başlar!.. Kenarından köşesinden bazı kişileri hedef alarak eleştiriye başlar bu tür tetikçiler; sonrasında ekonomik çöküşü “halkın canı yanıyor” şeklinde lanse etmeye başlar... Sözde öğüt veriyormuş, noksan noktaları gösteriyormuş pozunda ve de tadında yazılar yazmaya soyunur... Tablo açıkça sırıtmaktadır artık...

-Abbas yolcudur!..

Fotokopiye sığınan zevat!


Sevgili kardeşim Barış Pehlivan dün Cumhuriyet’teki köşesinde tam da bu durumu kaleme aldı...

“Ne yazdı” diye soracak olursanız, neler yazmadı ki! Mesela suskunlukları ile ünlü hakim ve savcıların iktidarın yanlışlarını yemekhanede yüksek sesle anlattıklarını yazdı!

Örneğin, bürokrasinin pek tedirgin olduğunu, “artık yolun sonuna geldik” düşüncesinin öne çıktığını, kimsenin risk almak istemediği duyumlarını paylaştı!

Hatta “şunu bile işitti bu kulaklar” diyerek şu duyumunu bile paylaştı:

-Umarım bana bakanlık teklif etmez Reis diyen bile çıkmış!

Ama bana göre en şahanesi alınan önlemler! Devlette fotokopi çekme dönemi başlamış! O ne demek diyeceksiniz:

-Yarın iktidar seçimle değişirse kendilerini güvende tutmaya yarayacak belgelerin fotokopilerini almaya başlayanlar varmış!

Bu işler böyledir, hiç değişmez; bürokratların dümen kırışını ya da yanaşma rüzgar güllerinin başka rüzgarlara kapılışını gördüğünüzde anlarsınız:

-Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz!

“Çok derin bir ilişki ve bağımlılık!”


Bilmiyorduk, Taliban sözcüsü eksikliğimizi giderdi. Zabihullah Mücahid, Türkiye ile ilişkilerini şöyle anlattı:

-Türkiye dost ve kardeş bir ülkedir, çok derin ilişki ve bağımlılık içerisindeyiz!

Çok derin ilişki nereye çekersen misali elastiki bir sözcük; ne kadar derin diye sorulabilir. Ancak “bağımlılık” pek tuhaf bir sözcük! Ne demektir bağımlılık? Vazgeçilemez mi demek? Ayrılması olanaksız mı demek? Bağımlılık genellikle sigara, uyuşturucu, alkol gibi alışkanlıkların zirve yapması, bırakılamaması durumunda kulanılan bir sözcük! Bir de asla bırakılamayan aşklar var tabii!

Mücahid, ayrıca dost ülkeler olarak tanımladığı Katar ve Türkiye’nin teknik ekiplerinin Kabil Havaalanı’ndaki çalışmalarının devam ettiğini ve çok ilerlediklerini de açıkladı. Yoksa “bağımlılık” derken bu havaalanından vazgeçilemeyişi mi işaret etti?

-Nedir sahi Kabil Havaalanı’nın vazgeçilemeyen özelliği?

Nedir bu “bağımlılığın” gerekçesi?