Korkusuz
Can Ataklı

YSK bu kadar başıboş bırakılamaz

ANALİZ

YSK bu kadar başıboş bırakılamaz


Türkiye yüksek yargı skandalı yaşıyor.
Skandal tanımını şu nedenle kullanıyorum; kamuoyunun büyük bölümü artık yüksek yargı kararlarının doğruluğuna inanmıyor. Türkiye’de hukukun ortadan kalktığını düşünüyor.
Bu skandaldır işte.
Peki yargıya güven neden yok derecesinde azaldı?
Yüksek yargı kararları niye gayriciddi bulunuyor?
Çünkü Türkiye’nin yeni düzeni artık tek kişiye bağlı.
O ne söylerse o yapılıyor.
Kararları tek kişi alıyor.
Atamaları tek kişi yapıyor.
Kanunlar da artık tek kişinin arzusuna göre çıkarılıyor.
Hatta öyle ki, neredeyse parlamento hiç kanun çıkarmayacak, her şey Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yapılacak.
Demokratik uygar ülkelerde hukuk konusu pek tartışılmaz.
Çünkü herkes hukukun üstünlüğüne inanmıştır.
Yargı kararlarına güvenir.
Oysa Türkiye’de neredeyse kimin tutuklanıp tutuklanmayacağına bile tek kişi karar veriyor.
Böyle bir ortamda insanların haklarını araması mümkün olmaz.
Ama bunun da ötesinde devletin bekasını sağlamak da çok güçleşir.
Örneğin sanki hukuka çok uyuluyormuş gibi “YSK’nın kararları belirleyicidir, başka bir itiraz merci yoktur” diyoruz.
Anayasamızda bu yazılı.
Türkiye uygar bir ülke olsa bu madde bir sorun yaratmayabilir.
Ancak geldiğimiz noktada YSK’nın böyle bir koruma altına alınması büyük sakıncalar yaratabilir.
Şu anda YSK’nın hukuka uygun olmayan kararıyla İstanbul’da Büyükşehir Belediye Bakanlığı seçimleri yeniden yapılacak.
Hepimizin ağzında aynı sakız var; “YSK kararları tartışılamaz.”
Böyle olunca sanki hukuka çok saygılı gibi oluyoruz.
Oysa karar, hukuka aykırı.
Yasalara aykırı.
En önemlisi ahlaka aykırı.
Ama sonunda seçim var diye muhalefet de sessiz ve olanca gücüyle seçime asılıyor.
İyi de YSK, seçim tekrarı kararı alırken bir cümle daha ekleseydi ve “Sandıklardan oy çaldığı anlaşılan CHP’nin bu seçime girmesi yasaktır” deseydi ne olacaktı?
Öyle ya, YSK kararları son karardır ve bu kararlara karşı başka bir itiraz mercii yoktur.
“Canım olur mu öyle şey?” diyebilirsiniz.
Hayır öyle düşünmeyin.
YSK bal gibi böyle bir karar alabilirdi.
Aynı pusuladan çıkan diğer oyları şaibesiz, sadece Büyükşehir Belediye Başkanlığı pusulalarını şaibeli bulmasıyla; CHP’ye seçim yasaklama arasında bir fark yok ki.
İkisi de çok absürt değil mi?
Peki ne yapılmalı?
Ya YSK’nın kararlarının asla itiraz edilemez olduğu hükmü kaldırılmalı ya da Anayasa Mahkemesi’ne “çok özel başvuru” hakkı tanınmalı.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’yı koruyan en son merci ise çözülemeyecek bir sorun da yoktur.
YSK kararları tartışılamazsa Anayasa Mahkemesi’ne gidilerek, “Madem başka yol yok o halde bu duruma sizin bakmanız gerek” denilebilmelidir.
“Sonuç ne olur?” diye sorarsanız.
Bugün bir şey olmaz elbette.
Ama bu tür skandallar kayda geçirilmiş olur.
Yarın öbür gün lazım olur bunlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Erdoğan’ın söylediği FETO ne anlama geliyor?


Bilmem sizin dikkatinizi çekti mi?
Erdoğan cemaatten söz ederken hep FETO diyor.
İlk başlarda “Yanlış anlamışımdır” ya da “Bu kez ses öyle çıkmış olabilir” diye düşünüyordum.
Ama sonra dikkat etmeye başladım.
Erdoğan FETÖ demiyor FETO diyor.
FETÖ’nün açılımı “Fetullahçı/Fetullah Gülen Terör Örgütü” demek oluyor.
FETO’nun açılımı ne olabilir?
Sanıyorum Erdoğan, Fetullah adını kısaltarak “FETO” diye kullanıyor.
Biraz aşağılamak için yapıyor bunu sanki.

ÇOK GÜLDÜM

Dolara endeksli sevap kazanma döneminde


Başlık vinyetinde “Çok güldüm” dediğime bakmayın. Aslında acıklı halimiz bu bizim.
Televizyonlarda biliyorsunuz bazı diyanet hocaları, halkın önünde sorulara yanıtlar veriyorlar.
Ciddi sorular sorulduğu gibi, içeriği boş, hurafeye dayanan ya da kişinin kendini rahatlatmak için sorduğu sorular da var.
Geçen hafta İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri Prof. Dr. Mustafa Karataş’a, Show TV’de yayınlanan bir ramazan programında, bir gencin sorduğu soru ibretlikti.
“Biraz da mizah içerikli sorular soruyorum” diyen bu genç, “Camiye dolar olarak verilen bağış, doların fiyatı arttıkça sevabımız da artar mı?” sorusunu yöneltti.
Mustafa Karataş bu soruya hiç tereddüt etmeden “Döviz arttıkça sevap da artar” yanıtını verdi.
Öyle ya, diyelim ki bir iki hafta önce 100 dolar bağışladınız bir camiye.
Dolar 5.35 liraydı.
Demek ki yaptığınız bağışın Türk Lirası karşılığı 535 lira.
Oysa dolar şimdi 6 lira.
Yani bağışınızın Türk Lirası karşılığı 600 lira oldu.
65 liralık sevap daha kazanmış oluyorsunuz.
Peki ya dolar düşerse ne olacak?
Prof. Dr. Karataş muhtemelen bu olasılığı hiç düşünmüyor.
“Dolar artınca sevap da artar” diyor sadece.
Tabii Türkiye’nin halini biliyor belki de, “Dolar yükseldi mi bir daha düşmez” diye düşünüyor...
Bu pop hocalar sevabı bile “dolara endeksli” hale getirdiler ya.

OKURDAN MESAJ

Böyle mağdurluğa can kurban


Okurlarımdan biri dün şöyle bir mesaj göndermiş.
Sizle paylaşmak istedim;
Can Bey merhaba, Binali Yıldırım dün şöyle dedi:
“Gerçekte mağdur olan benim. Çok açık konuşuyorum. Biz gürültü patırtı yapmadık. Biz devlet adabı görmüş insanız. Bir konu hukuka intikal ettiyse onun sonucunu sessizce beklemek gerekir.”
Binali Yıldırım böyle diyor ancak; bildiğiniz gibi Başbakanlık 2.7.2018 tarihinde 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de resmen kaldırılmıştır. Şimdi bu “Devlet adabı görmüş” adama da bizim sormamız gerekiyor. Durum böyleyken “Neden hâlâ Başbakanlık Konutu’nu boşaltmadın, neden Ankara'da hâlâ o konutta kalıyorsun?”
Devletin imkanlarından kalkmış bir makamın dahi sonuna kadar hak etmediği halde yararlanan böyle bir insana İstanbul'un milyar dolarlık bütçesi nasıl emanet edilir?

Bİ SORALIM BAKALIM

Bu kadar para nereye harcanmış olabilir?


SÖZCÜ’de Çiğdem Toker’in yazısını okudunuz mu?
Sarayın örtülü ödenekten yaptığı harcamaları yazmış.
Daha doğrusu Erdoğan’ın örtülü ödenek harcamalarını dile getirmiş.
Son 16 yılda örtülü ödenekten harcanan paraları yazmış.
Bunlar resmi rakamlar tabii.
Bütçede yer almış, yani gizli bilgi veya devlet sırrı falan değil.
Buna göre 16 yılda Erdoğan, başbakan veya cumhurbaşkanı olarak tam 14 milyar 500 milyon lira harcamış.
Çiğdem Toker okurlarından da gelen uyarılar üzerine 16 yılda değişen döviz kurlarına göre hesabı bir kere daha yapmış.
Yıllara göre dolar fiyatı baz alınarak yapılan hesaplamalara göre Erdoğan’ın 16 yılda kullandığı örtülü ödenek 6 milyar 546 milyon dolar ediyor.
Bunu bugünkü dolar kurundan (6 TL) Türk Lirası’na çevirdiğimizde karşımıza çıkan rakam şu; 33 milyar 376 milyon lira.
Örtülü ödenek devletin anlık durumlarda en yetkili kişisinin kullanması için ayrılan bir fondur.
Örtülü ödenekten kullanılan paranın hesabını kimse soramaz.
Yani “Bu parayı kime verdin, niye verdin, fiş fatura aldın mı?” gibi sorular sorulamaz.
Sonuçta bu para kullanacak kişinin namusuna emanet edilmiştir.
O kişinin de bu parayı bu ülke için harcayacağından hiç kimsenin şüphesinin olmadığını gösterir.
Bu nedenle Erdoğan’a da kimse bu soruyu soramaz.
Ama şunu sorabiliriz.
Erdoğan’dan önce de örtülü ödenek kullanılıyordu.
Gariplik şu; Erdoğan’ın harcadığı örtülü ödenek, kendisinden önceki tüm yetki sahiplerinin harcadığından daha fazla.
Erdoğan’a, “Nereye harcandı?” diye soramayız belki ama “Neden bu kadar çok harcandı? Erdoğan’la birlikte Türkiye’de ve dünyada ne değişti de örtülü ödenek bu kadar büyük miktara ulaştı?” diye sorabiliriz herhalde.