ANALİZ

Tutuklama başlarsa ortada kimse kalmaz haberiniz olsun

Antalya’da 6 yıl önce AKP’li belediye başkanının “Dünyanın en ucuz teleferiğini yaptık” övünmesiyle kurulan teleferik hattında yaşanan kaza sonucu ne yazık ki bir vatandaşımız can verdi, birçok kişi de yaralandı.

Direklerden birinin kırılması üzerine yaşanan kazadan sonra “fırsat bu fırsat” diyen AKP’liler ve trolleri hemen harekete geçerek CHP’yi suçlamaya başladı.

Böyle bir kazadan sonra hesap sorulmamalı mı?

Elbette sorulacaktır.

Ancak alelacele bir belediye başkanının tutuklanması da akıl alacak iş değildir.

Mesut Kocagöz Kepez Belediye Başkanı.

Belediye başkanlığına aday olmadan önce kazanın yaşandığı Tünektepe Teleferik Tesisini işleten ANET şirketinin genel müdürüymüş.

Savcılık kazada bu şirketin sorumlu olduğuna karar vererek belediye başkanının tutuklanmasını istemiş, mahkeme de bu karara uymuş.

Medyada yer alan mahkeme ifadelerine göre Mesut Kocagöz, belediye başkanı adayı olmak için 2023 Kasım ayında görevinden istifa etmiş, teleferiğin rutin bakım ve onarım çalışmaları ise mart ayında yapılmış.

Elbette ölümlü bir kazadan sonra öncelikle işletmenin sahip ve yöneticileri sorumlu tutulur.

Burada garip olan daha önce benzer kazalarda gerçek sorumlular hakkında hiç harekete geçmeyen yargının adeta bir yerden emir almış gibi kamuoyunda da tartışmaya yol açacak biçimde bir belediye başkanını tutuklamalarıdır.

Mesut Kocagöz gerçekten bu olay nedeniyle sorumluluk taşıyorsa ve bir ihmal söz konusuysa gözünün yaşına bakılmayacaktır, bakılmamalıdır da.

Buna karşı yaşadığımız birçok olayda, üstelik çok sayıda can kaybı olmasına rağmen hiçbir resmi görevlinin sorumlu tutulmaması vicdanı zedeleyecek bir gelişmedir.

Örneğin Soma’da tamamen devletin ihmali nedeniyle, haris bir şirketin sorumsuzca çalıştırdığı maden kazasında 301 madencimizi kaybettik.

Tek resmi görevli hakkında bırakın tutuklanmayı hakkında dava açıldı mı?

Çorlu tren kazasında 7’si çocuk 25 can verdik.

Hâlâ davası sürüyor, tek bir resmi kişi hakkında soruşturma yok, öyle ki sorumlular hâlâ ortaya çıkarılmamışken acılı bir anne hakaretten mahkum olup cezasını çekti bile.

Oğuz Arda Sel, Uzunköprü’deki tren kazasında can veren 7 çocuktan biriydi. Devletten hiç kimse bu küçük çocuğun hesabını sormak zahmetinde bulunmadı. Tam tersine asıl yetkililer bucak bucak kaçtılar.

Erzincan İliç’te biri hariç hâlâ bulunmayan 8 işçinin hesabı sorulurken madene izin veren devlet görevlileri hakkında bir işlem yapıldı mı?

11 ili kapsayan deprem felaketinde devletin ne kadar ihmalkâr davrandığı biliniyor, peki bir tek devlet görevlisi hakkında suçlama yapıldı mı; dava açıldı mı, tutuklama oldu mu?

Sel ve yangınlarda yine devletin ihmali sonucu sayısız vatandaşımızı toprağa verdik, resmi görevliler için bırakın dava açılmayı soruşturma bile başlatılmadı.

“Bugüne kadar yaşadıklarımızın hesabı sorulmadıysa teleferik kazasında da sorulamaz” demiyorum asla ama son tutuklama olayının tamamen siyasi olduğu, bütün amacın seçim yenilgisinden sonra CHP’yi fırsatı bulunan her yerde köşeye sıkıştırmak olduğu da apaçık ortadadır.

Sonuçta eğer bu bahane ile tutuklamalar başlayacaksa, geriye dönüp baktığımızda ortada kimsenin kalmayacağını görebiliriz.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Görgüsüzler bir de zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkarlar

Erdoğan’ın yaptığı yağcılığı ödüllendirerek milletvekili yaptığı Şebnem Bursalı İzmirli bir gazeteciydi.

Ailesi öyle varlıklı falan değildi.

Genellikle Anadolu medyasında kendini göstermiş, dernek başkanlığı yapmıştı.

Ancak ne zaman Erdoğan’a övgüler yağdırmaya, yandaşlar arasında yer almaya başladı, belli ki çok hızlı biçimde yükseldi ve ciddi bir maddi varlığa kavuştu.

Bursalı, şimdilerde dünyanın en pahalı kentlerinde tatiller yapacak, en lüks lokantalarda gününü gün edecek hale gelmiş.

Hızlı bir sınıf atlama ile görgüsüzlüğün de dibine vurmuş.

Dünya jet-set’inin uğrak yeri Monte Carlo’da geçirmiş bayram tatilini.

En lüks lokantalardan birinde yediği ıstakozu da İnstagram sayfasında iftiharla paylaşmış.

Sorun ıstakoz yemesinde değil tabii ama bir taraftan Türkiye ekonomisini çökerten, milyonları açlık sınırına iten politikalar izleyen Erdoğan’a şakşakçılık yaparken öte taraftan da görgüsüzlüğünü sergilemesi olacak iş değil.

Ama daha da fenası her görgüsüzün yaptığını yaparak zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkması.

Şebnem Bursalı hesapta özür dilemiş.

Ama ne özür dileme.

Meğer hakkındaki eleştiriler Antalya’daki teleferik kazasında CHP’nin sorumluluğunu gizlemek içinmiş.

Pes yani.

NOT: Bu arada ıstakoz olayı ortaya çıkınca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir fetvası geldi aklıma. Ali Erbaş; karides, ıstakoz, midye gibi kabuklu deniz ürünlerinin yenmesinin haram olduğunu açıklamıştı. Bu durumda Şebnem Bursalı haram yemiş mi oluyor?

ŞAŞIRDIM

Şikâyet edeceğinize “Bu fiyatlar neden böyle oldu?” diye sorsanıza

Yandaş medyaya bakıyorum kimi yazarlar, piyasadaki fiyatlardan şikâyet ediyor.

9 günlük bayram tatili vardı ya, çoğu soluğu tatil beldelerinde almış.

Tabii seçim şoku da var, dinlenecekler biraz.

Ama o da ne, gittikleri yerlerde fiyatlar anormalmiş.

Serpme kahvaltı almışlar Bodrum’un “daha mütevazı” bir bölgesinde, 6 kişi için 14 bin lira ödemiş biri.

Adam başı 2 bin 500 lira olmasına çok şaşırmış.

Çay 90 liraya satılıyormuş yanına bir de portakal suyu isterseniz fiyat 850 lira oluyormuş.

Bir tabak makarna 800 lira olmuş.

Plastik tabağa konan ve elde yenen tavuklu pilav bile 250 liraymış, oturup tabakta yerseniz fiyat 400 liraya çıkıyormuş.

Döner sipariş etmiş biri de iki dürüm için 1350 lira ödemiş, “Olur mu yahu?” diye soruyor.

Oluyor tabii.

Gerçi fiyatlar her yerde bu kadar değil ama, bayram tatilinde İstanbul’un merkezi yerlerine akın eden milyonlarca kişi bunların ucuzunu bile alamamaktan yakınıyordu.

Yandaş gazetecilere şunu söylemek isterim; “Şikâyet etmeyin sadece, fiyatların neden bu kadar yükseldiğini de bir araştırın.”

Ama olmaz.

O zaman gerçek ortaya çıkacak, ülkenin ne kadar kötü yönetildiği görülecek.

En iyisi milletin kazıklanmaya gittiği yerlerdeki fiyatları verip, etliye sütlüye karışmadan “halkın içindeki biri gibi” davranmak.

ÇOK GÜLDÜM

Biz bu oyunu çok gördük

İran’da sevinç gösterileri yapılıyormuş.

Aman ne güzel.

İran, İsrail’e dronlar gönderdi, bir iki de füze salladı ya.

Sevincin nedeni bu.

Halk sokaklarda bayram yapıyormuş.

“İsrail’e haddini bildirdik, yaşasın” falan diye bağırıyorlarmış.

Bilgi alamadım ama “Ezan susmaz, bayrak inmez” diye de bağıranlar vardır mutlaka.

İran’ın bu sevincini biz 22 yıldır kim bilir kaç kere yaşamadık mı?

Dolar 1.2’den 33’e çıkarken “Onların doları varsa bizim Allah’ımız var” dendiğinde sokaklarda halay çekilmedi mi?

2024 yılı emekliler yılı ilan edilirken, işçinin memurun enflasyon altında ezdirilmediği miting meydanlarında haykırılırken, “papazı vermem” dedikten sonra papazı yolcu ederken, Gazze için millet ağlaşırken İsrail’e gemiler dolusu mal gönderilirken “Ezan susmaz, bayrak inmez” diye inlemiyor muydu meydanlar?

İranlılar kırk yılın başı sevinmişler beyhude yere çok mu görelim yani?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Böylesi ilk defa başıma geldi

Bayramın ikinci günüydü, Flashhaber’de ana haberleri sunuyordum.

“İstanbul boşaldı” dendiği halde milyonlarca insanın sokaklarda olduğunu trafiğin de kabusa dönüştüğünü anlatıyordum.

Konuşurken, “Dolmabahçe Sarayı’nın duvarları önüne seyyar köfteciler tezgâh kurmuş ortalık duman içinde, o sarayın hemen yanında bunun olması tarihe de İstanbul’a da saygısızlıktır” dedim.

15 dakika sonra bir haberin VTR’si yayınlanırken telefonumdan Whatsapp mesajlarına bakıyordum.

Bir mesaj, Beşiktaş Belediye Başkan Yardımcısı Ali Rıza Yılmaz’dan geliyordu.

Şöyle diyordu mesajda; “Can Bey İyi Bayramlar, televizyonda haberleri dinledim hemen müdahale ettik. Teşekkür ederim. Sevgiler.”

Ertesi gün ve sonraki günlerde o çirkin manzara yoktu.

Bunca yıldır kente gördüğüm bazı olumsuzlukları yazarım, hiçbirinde olumlu olumsuz bir cevap almamıştım bugüne kadar.

İlk kez, üstelik bu kadar hızlı biçimde karşılık bulmak gerçekten çok hoşuma gitti.

Bilemiyorum artık, gerçekten bir şeyler değişiyor mu ne?