Korkusuz
Ümit Zileli

“Sanki güneş gözlerimin önünde yere düşmüştü!”

6 ağustos 1945, saat 08.15...
Aynı gece 01.45’de Tinian Adası’ndan havalanan B-29 Superfortres model bombardıman uçağı 6.5 saatlik bir uçuştan sonra Hiroşima şehrinin tam üzerine ulaşmıştı. Uçağa Enola Gay adı verilmişti... Bu isim uçağın pilotu Albay Paul Tibbets’in annesinin adıydı!.. Tarihin ilk atom bombasının adı ise “Little Boy-Oğlan Çocuğu” idi!..
Tam 08.15’te Albay Tibbets “Little Boy”u Hiroşima’nın üzerine bıraktı... Bomba 43 saniye düşmeye devam etti ve saat 08.16’da kentin 600 metre üzerinde infilak etti...
İlk etki muazzamdı; nükleer şimşek ve ısı radyasyonları ilk etapta çoluk, çocuk 80 bin kişinin adeta buharlaşarak yok olmasına neden oldu... Ancak devamı da gelecek, radyoaktif serpinti ile birlikte Hiroşima’daki katliamın boyutu 140 bin’e çıkacaktı!..
-62 yaşında, kendi halinde bir ev kadını olan Enola Gay Tibbets’in adını alan bombardıman uçağının attığı “Little Boy”, hedefi tam 12’den vurmuştu!..
Tam 3 gün sonra, 9 ağustos 1945, saat 10.58...
ABD bombardıman uçağı bu kez Nagazaki kentine Plütonyum-239 tipi atom bombasını bıraktı... Amerikalıların “Fat Man-Şişman Adam” adını verdiği tarihin ikinci atom bombası, ilk etapta 74 bin kişiyi yok etti... Kentteki binaların yüzde 36’sı da adeta buharlaşıp yok oldu!.. O ilk an sonrası ölenlerin dışında atom bombasının uzun süreli etkisiyle 143 bin kişi hayatını kaybetti!..
Hiroşima saldırısı Başkan Truman’a bildirildiğinde aynen şöyle diyecekti:
-Deney başarıya ulaştı!..

Hesabı hiç sorul(a)mayan katliamlar!..


Başarılan deneyde toplam 360 bin kişi yaşamını yitirmişti!..
Sonraki yıllarda kanser başta olmak üzere onulmaz hastalıklardan yaşamını kaybedenleri, büyük yıkımı, bu vahşi, gaddarca ve aslında lüzumsuz barbarlığı saymıyorum bile!.. Lüzumsuzdu, çünkü zaten Japonya 1945 Mayıs ayında Almanya’nın teslim olmasıyla yalnız kalmış ve “onurlu” bir teslim olmanın koşullarını yaratmak için Sovyetler Birliği’ne başvurmuştu bile...
Ama olmazdı; bu iş böyle bitemezdi, hem Japonya’dan Pearl Harbour’un intikamı alınmalı, hem de Sovyetler Birliği’ne büyük bir gözdağı verilmeliydi!.. Ayrıca, daha 4 Temmuz 1945’te, yani atom bombasının Hiroşima’ya atılmasından 33 gün önce Japonya’nın kaderi Washington’da yapılan “Ortak Politika Komitesi” toplantısında çizilmişti bile!.. O toplantıya katılan İngiliz Mareşal Sir Henry Wilson, ABD Savaş Bakanı Henry Stimson’a gayet cesaret verici biçimde “Alaşım Tüpü” adını verdikleri atom bombasının Japonlara karşı kullanılmasında hemfikir olduklarını söylemişti bile!..
Tarihin en acımasız saldırısından hemen önce Potsdam’da ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği bir araya gelmiş ve Japonya’ya “teslim ol” çağrısında bulunulmuştu... Ancak, teslim koşulları o denli aşağılayıcı, o kadar onursuzdu ki, çağrıyı yapanlar, Japonya’nın bunu asla kabul edemeyeceğini gayet iyi biliyorlardı, zaten istedikleri de buydu!.. Hiroşima ve Nagazaki katliamından yıllar sonra Truman’ın yaveri, ABD Başkanı’nın kendisine Sovyetleri kastederek şöyle dediğini açıklayacaktı:
-Eğer düşündüğüm gibi patlarsa, o oğlanların kafasına vuracak bir çekicim var!..

Aynı vahşet tekrarlanabilir!..


Evet, sonuç tam da Truman’ın düşündüğü gibi olmuş, bu soykırım gibi katliam, eline Sovyetler Birliği’nin kafasına vuracağı bir çekiç armağan etmişti... Ancak yalnızca kısa bir süre için!..
-Sovyetler baş döndürücü bir hızla nükleer silaha sahip ikinci ülke olacaktı!..
Hiroşima’ya atılan bomba sırasında orada yaşayan ve henüz 14 yaşında olan Şair Bun Hashizume, bu aşağılık saldırıyı şu sözlerle tarihe kazıyacaktı:
-Sanki güneş gözlerimin önünde yere düşmüştü...
Dünyaya “demokrasi”, “özgürlük”, “barış”, “mutluluk” şarkısı söyleyenler ise bu vahşetin bedelini ödenmeyi bir yana bırakın, kuru bir özür bile dilemediler...
-Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının hesabı hiç sorulamadı!..
O tarihten sonra, yani 74 yıldır nükleer silahlar hiç kullanılmadı; kullanılmadı çünkü artık bir çok ülkenin elinde nükleer silahlar vardı!.. En çok da ABD, Rusya ve Çin, İngiltere, Fransa gibi dünya siyasetine yön veren ülkelerin elinde... Ancak İsrail, Hindistan, Pakistan gibi ülkeler de nükleer silahlanmadan paylarını almışlardı!.. Bu paydaşlığa sahip olmaya çalışan ülkeler de vardı tabii, İran gibi!..
Bu tehlikeyi önlemek için nükleer anlaşmalar yapıldı, bir “nükleer denge” politikası oluşturuldu ve bugünlere geldik. Ancak Trump liderliğindeki ABD’nin Orta Menzilli Nükleer Anlaşma’dan (INF) tek taraflı çekilmesiyle birlikte bir başka süreç başladı:
-Dehşet dengesi!.
Tekrar aynı rotaya dönülmezse ne olabileceğini kestirmek çok zor... Galiba tüm dünyanın kendi inanışında hep birlikte dua etmesi gerekecek:
-Nükleer silahların düğmesine bir manyağın egemen olmaması için!..