Korkusuz
Can Ataklı

O kadın yazar, belediyeden istifa etti mi ya da işten çıkarıldı mı?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

O kadın yazar, belediyeden istifa etti mi ya da işten çıkarıldı mı?


Yandaş medya yazarları, aralarında çatışmasa bazı gerçekleri öğrenemeyeceğiz.

Yeni Şafak’ta yazan Özlem Albayrak geçen hafta istifa etti.

Çünkü gazete yönetimi Albayrak’ın yazdığı son yazıyı sayfasındaki köşesine koymamış.

Özlem Albayrak bunun üzerine istifa etmiş.

Yandaş yazar istifa ettiğini sosyal medya hesabından duyururken, yayımlanmayan yazısını da paylaştı.

Yazıdan anladık ki; Yeni Şafak yazarı, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezaları eleştirmiş.

Buraya kadar normal.

Yandaş medyanın böyle şeylere asla tahammül edemediğini zaten biliyoruz.

Ama konu burada kapanmadı ve yandaş medya yazarlarının kapışmasını izlemeye başladık.

Önce Ersoy Dede yazdı Özlem Albayrak için.

Dede, sosyal medya hesabından Albayrak’ın yayımlanmayan yazısını paylaşarak, Yeni Şafak gazetesini linç ettirmekle suçladı.

Sonra şu ilginç satırları kaleme aldı; “Enteresan. Özlem Albayrak, gazeteci kimliğinin dışında aynı zamanda kadrosu İBB’ye bağlı olan BİMTAŞ şirketinin de personelidir... Halen dış görevle Kültür Daire Başkanlığı’na bağlı Tuzla Kültür Merkezi’nde görevli... İBB’nin olanaklarıyla 1 yıl ABD’ye dil eğitimine bile gitti. Ne enteresan değil mi?”

Vallahi gerçekten çok “enteresan” buldum ben de.

Demek ki belediyeler gazeteci de istihdam ediyormuş.

Elbette, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendi yayınları da var. Burada gazetecileri çalıştırmak durumunda ama bir gazete yazarının da “personel” olduğunu hiç bilmiyordum.

Ersoy Dede, daha sonra devam ediyor; “Neyse, gün oldu devran döndü, İBB yönetimi CHP’ye geçti. İmamoğlu, seçim sürecinde AK Parti’nin yanında tavır ortaya koymuş, personeli bir cadı avı ile fişleyip kovmaya başlayınca acaba Özlem Albayrak da bu furyadan etkilenir mi baktık biz de endişeyle.”

Yani Ersoy Dede’ye göre, İmamoğlu belediyede bir cadı avı başlatmış ve AKP’lileri kovalamaya başlamış.

Gerçi öyle bir şey yapsa belediyede çalışan kalır mı bilmiyorum. Çünkü 25 yıldır belediyeyi elinde tutan AKP zihniyetinin başka bir partiye gönül verenleri barındırması pek akla uygun gibi gelmiyor açıkçası.

Ardından “Neyse” diyor Ersoy Dede, Özlem Albayrak’ın “bu cadı avında” işinden atılmadığını, “Korktuğumuz olmadı” diye altını çizerek devam ediyor; “Ancak bu süreçte Özlem Albayrak’tan da İBB’deki işçi kıyımına ses verip ‘Yeter artık’ demesi beklenirdi. Oysa o tuttu Canan Kaftancıoğlu’nu savunan bir yazı kaleme aldı. İlginç değil mi? Peki, ilkeli duruşunu sürdürüp İBB’den de ayrılır mı acaba? Aksi halde, belediyeden kovulmamak için ‘Canan güzellemesi yaptı’ eleştirisine muhatap olabilir.”

Ersoy Dede’den sonra bir de “penguencilerin şefi” olarak da ünlenen Hilal Kaplan açıktan saydırdı Özlem Albayrak’a.

Attığı tweette şöyle dedi Kaplan; “Kaftancıoğlu’nu savunmak adına gazetesinden ayrılan Özlem Albayrak, yazarlığın geçim kapısından fazlası olduğunu söyleyip ayrılmıştı. Meğer yıllardır kadrosu İBBye bağlı olan BİMTAŞ şirketi personeliymiş. Ayrıca İBB olanaklarıyla ABD’ye dil eğitimine de gitmiş.”

Özlem Albayrak, belli ki buna çok içerlemiş ki, o da bir karşı tweet attı.

Şunu yazdı; “İBB çalışanı olduğumu hiçbir zaman kimseden saklamadım. Gazetenin de bilgisi dahilindeydi. Gazeteye dışarıdan yazı gönderiyordum. Belediyeden burs alıp ABD’ye gittiğimi ispatlamayan ise şerefsizdir.”

Şimdi şunu sormak istiyorum:

Yandaşlar kapışmasa bir kadın yazarın belediyede çalıştığını asla öğrenemeyecektik.

Peki bu yazar, hakkında böyle ağır ithamlar yapılmasından sonra belediyeden istifa etti mi?

Eğer etmediyse yandaş medya tarafından “cadı avı yapmakla” suçlanan İmamoğlu, bu kadın yazarı işten çıkardı mı?

Bu yazıyı yazdığım ana kadar, iki sorunun cevabı da “Hayır” dı.

Burada bir gariplik olduğunu hisseden bir ben mi varım acaba?

SORDUM ÖĞRENDİM

AİHM raportörü, “Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’a da gidin” demiş


Salı günü, Erdoğan’ın diploması konusunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyan Evrensel Yol Partisi Genel Başkanı Metin Güler’in, ellerindeki bilgi ve belgeleri mahkemenin raportörleri ile paylaşacağını yazmıştım.

Güler, raportörlerle görüştükten sonra Facebook aracılığı ile canlı yayın yaptı ve aldığı bilgileri paylaştı.

Güler, raportörlerin kendisine, “Bu belgeleri Anayasa Mahkemesi ile Danıştay’a da verin” denildiğini belirterek, “AİHM, iç hukuk yollarının tamamlanmasını istiyor” diye konuştu.

Aldığım bilgiye göre; raportörler Metin Güler’e, “Siz bu başvuruları yaptıktan sonra biz de buradan söz konusu bu yargı kurumuna başvuruda bulanacağız” demişler.

Bunun ne alama geldiğini uluslararası hukuk uzmanı bir dostuma sordum.

“Bu AİHM’in konuyu ciddiye aldığının göstergesidir” dedikten sonra şunu ekledi; “AİHM elbette önce iç hukuk yollarının bitmesini bekler. Ancak raportörlerin ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla AİHM harekete geçmeye hazır. Ellerinde yeteri kadar belge olduğuna ikna olmuşlar. Bu nokta çok önemli ve ciddi. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay, bir şekilde görüş bildirdikten sonra sürpriz gelişmeler olabilir.”

Bu arada CHP eski Milletvekili Atilla Kart da konuyla ilgili aradı.

Kart, diploma konusunun AİHM’de çok ilginç bir aşamaya geldiğini kaydettikten sonra “Bir konuyu düzeltmek istiyorum” diyerek ekledi, “Yazınızda Erdoğan’ın diploması konusunda benim AİHM’ye başvurduğumu yazmışsınız. Benim bu konuda başvurum yok. Referandum ile yaptığım başvuru ile karışmış olabilir.”

YENİ ÖĞRENDİM

İmamoğlu’nu, Menderes’in mezarında konuşturmamışlar


Menderes, 58’inci ölüm yıl dönümünde İstanbul’daki mezarının başında anıldı.

Haberi televizyonlardan izlemiş veya gazetelerden okumuşsunuzdur muhtemelen.

Bu yılki ölüm yıl dönümü törenlerine, CHP de bir heyetle katıldı.

Törenlerde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da hazır bulundu.

Hatta burada kendisini “pejmürde etmekle” tehdit eden İçişleri Bakanı ile de karşılaştı.

İkili çok mutlu biçimde yansıdılar fotoğraf karelerine.

Benim biraz içim kalktı doğrusu ama ne yapalım, “herkesi kucaklama siyaseti” böyle oluyormuş demek ki.

Bu arada, törene CHP’yi temsilen katılan Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, eski Başbakan Menderes için yapılan külliyenin yarım kaldığını, buranın büyütülerek bir ‘Demokrasi Müzesi’ yapılacağı sözünü verdi.

Belediye CHP’ye geçti ya demek ki bu mezarla ilgili tasarruflar da artık CHP’ye ait, bunu öğrenmiş oldum.

Bir şey daha öğrendim; Kuşoğlu bir sitemde bulundu ve bu sayede İmamoğlu’na törende söz verilmediğini öğrendik.

Anladığım kadarıyla sorun protokol nedeniyle çıkmış.

Demek ki, belediye başkanı tören protokolünde yer almıyor. Yani Başkan, protokolünde olmadığı bir törene kişisel olarak katılmış. Bu nedenle Kuşoğlu’nun, “Niye konuşturulmadı?” sözüne cevap bulmak zor değil ama CHP’ye oy verenler, “Başkan’ın orada ne işi vardı?” diye sorarlarsa cevabını vermek o kadar kolay olmayabilir.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Galata Kulesi’ne bugün mavi kravat takılacak




İstanbul’un en bilinen tarihi eserlerinden Galata Kulesi, 4 gün boyunca dev bir mavi kravat takacak.

Etkinliği düzenleyen Türk Tıbbi Onkoloji Derneği, erkeklerde en çok rastlanan ikinci kanser türü olan prostat kanserine dikkat çekmek ve bir farkındalık yaratmayı amaçlıyor.

Dernek, prostat kanserini erken teşhisle yenmenin kolay olduğunu belirterek, “Yaşı ilerleyen her erkek mutlaka sağlık kontrolünden geçmeli” çağrısında bulundu.

Bugünden itibaren başlayacak 4 günün “Prostat Kanseri Farkındalık Haftası” olarak anılacağını belirten dernek sözcüleri, İzmir, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Kayseri gibi kentlerde ise tarihi saat kulelerine mavi kravat takılacağını belirttiler.

Merak ettim, İstanbul’da neden Galata Kulesi seçildi?

Birincisi, elbette en görünür yerlerden biri olmasıymış.

Ayrıca dernek yönetimi, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir şiirinden esinlenerek Galata Kulesi’ni seçmiş.

Ünlü şairimiz o şiirinde öyle diyor;

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir

Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır

Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa

Galata Kulesi’ne varır

Bir sürü çocukları olur.

ÜZÜLDÜM

Farkında olmadan Muharrem İnce’yi çok üzmüşüm


Öğle saatlerine doğru Muharrem İnce aradı.

“Beni çok üzdünüz Can Bey” diye söz girdi.

Anladım neyi kastettiğini ama neden üzdüğümü anlamadım.

Dünkü “Yine mi baskın seçim geliyor?” yazılarımda, adından söz etmiştim.

Muharrem İnce, “Beni sarayın oyununun içinde göstermenize gerçekten üzüldüm ve alındım” diye üsteledi.

Yazımın kendisiyle ilgili bölümünde aynen şu cümle vardı: Muharrem İnce’nin durup dururken ekrana çıkarılması, adaylığının sorulması, sonra da İmamoğlu ile kapıştığı izlenimi verilmesi sarayın bir oyunu olamaz mı?

Dedim ki, “Muharrem Bey, asla sizi oyun içinde göstermeyi düşünmem bile, zaten bunu düşünemem de. Bu cümle ile sizi kıracağım, üzeceğim de hiç aklıma gelmedi. Ben sadece bir baskın seçimle durumunu düzeltmeye çalışan Erdoğan’ın her şeye başvurabileceğini anlatmaya çalıştım.”

Aslına bakarsanız, tuhaf gelecek size de belki ama Muharrem İnce ile hiç tanışmıyoruz. Oturup konuşmuşluğumuz da yok.

Yine dedim ki, “Muharrem Bey, belki de sizinle hiç tanışmıyor olmamızın da etkisi vardır. Lütfen İstanbul’a ilk geldiğinizde haber verin, bir kahve içimi de olsa sohbet edelim.”

Sesi biraz buruk da olsa “Tamam, söz” karşılığını verdi.

Telefonu kapattıktan sonra ben de üzüldüm.

Cumhurbaşkanlığına aday olmuş, 16 milyon oy almış, partisiyle yönetim bağı kalmamakla birlikte kimsenin inkar edemeyeceği biçimde hâlâ güçlü bir siyasetçi olarak ayakta duran Muharrem İnce’yi kırmak, üzmek istemem mümkün mü?

Konuşmamızda söylemedim galiba ama yine de farkında olmadan bunu yapmışsam özür dilerim.