Korkusuz
Can Ataklı

Hesap sorma başka, intikam başka

ANALİZ

Hesap sorma başka, intikam başka


Son günlerde en çok konuşulan konuların başında “AKP’den hesap sorulması” geliyor.
Muharrem İnce’nin “Biz mahkemelere talimat vermeyiz, mahkemeleri tekrar bağımsız hale getiririz, sonra da hukuk gereğini yapar” demesi iktidar partisinde ciddi bir endişe yarattı.
AKP muhalefete “intikamcı” diye saldırarak üste çıkmaya çalışıyor.
Toplum içinde de bu konunun ciddi tartışmalara neden olduğunu gözlüyorum.
Pazar günü kalabalık bir grupla sahilde tatil sohbeti yapıyorduk, laf ister istemez siyasete geliyor tabii, baktım hesap sorulması söylemi bile rahatsızlık yaratmış.
Aramızda ciddi bir AKP yanlısı işadamı vardı. Yine “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diyen bir yönetici de sohbetteydi.
Dikkat ettim ikisinde de benzer bir kaygı vardı.
AKP’li iş adamı belli ki “kendisine de sıra gelmesinden” ürküyor.
Diğeri ise “bunun iç barışa katkısı olmayacağını” savunuyor.
Tabii “hesap sorma” kavramına nasıl bakıldığı da önemli.
İktidar bunu bir “intikam” gibi görmek ve sunmak telaşında.
Oysa hesap sormak farklı intikam farklıdır.
Hesap sorma aslında her gün yaptığımız bir eylem. Çayın demli olmamasının bile hesabını soruyoruz öyle değil mi yeri geldiğinde.
AKP iktidarı tam 16 yıldır iktidarda ve bu süre içinde pek çok suç işledi.
Anayasayı defalarca ihlal ettiler.
Devletin gücünü kullanarak askere, aydınlara, yazarlara, sanatçılara, sendikacılara kumpaslar kurdular.
Hukuku hiçe sayarak yargı üzerinde ağır baskı oluşturdular, mahkemeleri bir tür “diz çöktürtme” veya “burun sürttürtme” aracı olarak kullanmaya kalktılar.
Dış politikada hata üzerine hata yaptılar, yanlışlıklar gözlerine sokulmasına rağmen direttiler ve çok büyük kayıplara neden oldular.
Demokratik bir ülkede bunların hepsinin hesabı sorulur.
Türkiye’de de mutlaka sorulacaktır.
Bu bir intikam değildir.
Peki, AKP’liler neden ısrarla “intikam” sözcüğünü kullanıyor.
Çünkü kendileri öyle yaptılar bugüne kadar.
Beğenmedikleri, kendilerini eleştiren, foyalarını ortaya çıkaran, yolsuzluk iddialarını dile getiren herkesten devlet gücü kullanarak intikam aldılar.
Kişi karşısındakini kendi gibi bilirmiş. İşte bu nedenle korkuya kapılıyorlar. “Biz intikam aldık, onlar da bizden alır” korkusu içindeler.
Oysa demokratik bir kafa asla intikamcı olmaz. Bugün muhalefet iktidara gelirse elbette yargıya asla karışmayacaktır ama suç duyurularında da bulunacaktır.
Önemli olan yargının bu suç duyuruları karşısında bağımsız davranabilmesi ve hukuku işletmesidir.
Muhalefet adayları bu konuda gereken sözleri vermelidir mutlaka.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Muhalefet “hukuki bir hazırlık” yapıyor mu?


Konu “hesap sormaktan” açılınca çok merak ettiğim bir konu var.
Bu iktidarın 16 yıl boyunca pek çok suç işlediği herkesin bildiği bir gerçek.
Ancak herkes biliyor diye yapılanların hesabı da kendiliğinden sorulmaz.
Hukuki ortamda hesap sorulabilmesi için işlenen suçların belirlenmesi ve bunlar için “suç duyuları” yapılması gerekir.
Bana göre muhalefet şunu yapmalı;
Güçlü bir hukuk bürosu kurulmalı.
Bu büroda her alanda uzman olan hukukçular toplanmalı.
Bu heyet AKP’nin 16 yıllık bütün icraatlarını konularına göre tasnif edip ortaya koymalı.
Bu uygulamalarda tespit edilen suçlar için ilgili anayasa ve yasa maddelerine göre suç duyuruları hazırlanmalı.
Seçimin kazanılması halinde bir yandan restorasyon çalışmaları yapılırken hazırlanan bu suç duyuruları da birer birer savcılıklara iletilmeli.
Bağımsızlaşan yargı da hukuk gereği suç unsuru gördükleri başvuruları hızla işleme alıp soruşturmaları başlatmalı.
İntikamdan korkan AKP’liler “hukuki yoldan işlem yapılacağı” konusunda rahatlatılmalı.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Lüks ve ihtişam uğruna Okluk Koyu da katlediliyor


Zannedersiniz ki AKP Genel Başkanı kaçak bir apartman dairesinden değil de saraylardan gelip iktidar koltuğuna oturdu.
Her kim söylediyse “itibardan tasarruf olmaz” sözüne sarılmış, devlet itibarı adı altında sadece kendi kullanımına yönelik binalar yaptırıyor, araçlar alıyor, akıl almaz ikram masrafları yapıyor.
Şimdi gözünü en son diktiği yer Turgut Özal zamanında kullanılmaya başlanan Okluk Koyu.
Dünyanın cennet köşelerinden biri olan Okluk Koyu’nda toplam kullanım alanı 230 metrekare olan 4 oda bir salon ev Özal zamanında Cumhurbaşkanlığı yazlık konutu olarak kullanılmıştı.
Özal bu evi kullanırken çok eleştirilmişti.
Oysa son derece mütevazı bir evdi bu. Hiçbir lüksü yoktu. Tek sorun Cumhurbaşkanı konutu olduğu için tekneciler artık Okluk Koyu’na girip demirleyemiyor günü birlik tekneler de koydan yararlanamıyordu.
Özal’dan sonra gelen Demirel de Sezer de her nedense bu konutu kullanmadı.
Oysa bana göre bu konut yabancı devlet adamlarını ağırlamakta kullanılabilirdi. Ayrıca önüne bağlanacak küçük bir motor yat da bu amaçla kullanılabilirdi.
Demirel ve Sezer bırakın bunu yapmayı Okluk’a bir kere bile gitmediler.
Erdoğan ise “tek adam rejimine” geçmeye karar verdikten sonra ölene kadar bu görevde kalacağını düşündüğü için olacak herhalde, Okluk Koyu’na göz dikmiş.
Ama “itibarda tasarruf olmayacağına” inanan Erdoğan için sadece 4 odası bir salonu olan bu ev çok küçük gelmiş.
Bunun yerine 300 odalı bir saray inşa edilmesine karar verilmiş. Şu sıralar ağaç kesme ve hafriyat işi sürüyor.
Çevreciler 50 bin ağacın kesildiğini söylüyor. Bölgeye giriş çıkışlar jandarma tarafından engelleniyor. Protesto etmek isteyenler de askerler tarafından biraz tartaklandıktan sonra bölgeden uzaklaştırılıyor.

NOSTALJİ

Bir Okluk Koyu ve Özal anısı


Gökova’nın Okluk Koyu’ndaki mütevazı eve Turgut Özal ve eşi Semra Hanım dışında çok fazla kişi gitmezdi.
Zaten oda sayısının azlığı nedeniyle çok fazla kişinin kalması mümkün değil.
Özal çifti dışında bu evde kalabilen bildiğim sadece iki kişi vardı.
Biri emekli büyükelçi Kaya Toperi, diğeri de gazeteci Can Pulak.
İkisi de Cumhurbaşkanı danışmanı idiler.
Bu ikiliden dinlediğim kadarıyla Özal çifti genellikle gündüz yüzer gece de evde televizyon seyredermiş. Toperi ve Pulak olduğunda da ara sıra kağıt oynarlarmış.
Özal kendisini ziyarete gelenleri gündüz “denizde” kabul edermiş. Gelen her kimse, bakan, milletvekili, üst düzey bürokrat, yüzme biliyorsa denizde yüzerken konuşurlarmış, yok konuk yüzme istemiyorsa küçük bir bot içinde oturur Özal da yüzmeye devam edermiş.
Özal bir çevre dostu da olan Can Pulak’la sabah erken saatlerde yanlarına korumaları bile almadan orman içinde yürüyüşe çıkarlarmış.
Şimdi anlatacağım anıyı bana Gökova’da Amazon adlı bir kamp işleten efsane televizyoncularından Güneş Tecelli anlatmıştı. Onun ağzından size de aktarayım;
Bir sabah saat altıbuçuk yedi falan, gece geç yatmışız, oğlum kapıyı çaldı ve “baba” dedi “kapıda bir adam var içeri girmek istiyor.” Uyku sersemi azarladım “Oğlum bana ne geldin, müşteriyse alın içeri otursun kahvaltı saatine kadar, değilse gönderin gitsin” dedim. Ama oğlan ısrarlı “Baba ama bu adam galiba cumhurbaşkanı, çok benzettim” demez mi? Bir anda uyanmışım. Biliyorum ki Özal bizim kampa yakın Okluk Koyunda kalıyor. Gelir mi gelir. Toparlanıp fırladım, baktım kapıya, gerçekten Turgut Özal. Hemen içeri buyur ettim. Meğer bizim kampı bilmiyormuş. Gezdi, her yeri inceledi, tek tek bilgi aldı. “Aferin doğaya hiç zarar vermeden çok güzel bir yer yapmışsınız” dedi.
İşte Tecelli’nin anılarından biri bu...

OKURDAN MESAJ

Sultanahmet’e bir dokundum şimdi bin ah geliyor


Sultanahmet Meydanı’nın içine edildiğini gözlemlediğim bir yazı üzerine  pek çok tepki aldım.
Özellikle turizm sektöründe olanlar çaresizlik içinde feryat ediyor.
Bugün de bir turizmciden gelen mesajı sizlere sunmak istiyorum;
Sevgili Can Ataklı; Sultanahmet konusunda yazdığınız yazıya istinaden birkaç şey yazmak gereği hissettim.
Cüneyt Arkın ve Filiz Akın’ın 1970 yılında çektikleri “Yumurcak: Köprü Altı Çocuğu” filmini izledim geçenlerde. Film’de Sultanahmet Meydanı’nda çekilmiş bolca sahne vardı ve izleyince gözlerime inanamadım.
Tam Topkapı Sarayı girişindeki koca iki ağacın yerinde yeller esiyordu şimdilerde.
yemyeşil meydan bugün, boynunda sözüm ona kokart ama halk dili ile “Apaçi” bir sürü hanutçunun bir o kadar belediye yandaşı sözüm ona firmanın işgali altında.
Yüzlerce yıllık koca konaklar sökülüp yerine sessizce restoran-cafe adı altında yerler yapılarak her yer peşkeş çekilmiş.
Şimdi OHAL sayesinde kamu işgali de yapıldı.
Alman Çeşmesi’nin tam karşısındaki kocaman alan belediye zabıtası, polis noktası vesaire altında işgal edildi. Üstelik bunlar sadece valilik ve belediyenin fen işleri kararı ile yapılmış.
Şimdi Ramazan etkinliği adı altında bütün meydana devasa bir çadır kuruldu o çadırın kurulduğu demir iskeletleri tutturmak için aylarca yıllarca tadilat çalışması altında döşenen parkeler her biri 50 santimetrelik iri vidalar için matkaplarla delindi. Ramazandan sonra o delikler ne olur bilemiyorum.
Meydana polis noktaları haricinde giremiyorsunuz her taraf demir polis korkulukları ile kapalı. Sanırsın İsrail-Gazze sınırı.
Cankurtaran, Ahırkapı ve diğer semtler tam rezalet. Bahsetmek bile istemiyorum. 70’li yıllara ait birkaç eski Türk filmi bile izleseniz ortaya çıkar ne demek istediğim.
Esnaf hiç şikayet etmesin!
Hem kemiksiz AKP’li olup hem de meydanın ırzına geçmek için her yola başvuran kendileridir.
Ben vatandaş olarak vergilerimle bu derece çarpıklaşmaya yandaşlaşmaya ve ranta kurban edilen Sultanahmet Meydanı’mı geri istiyorum.

sozcu-banner-1